Sizi, Adrian’ın her zaman hatırladığı Emily adındaki lise arkadaşı ile tanıştıralım: Bu zeki ve parlak öğrenci, takdire şayan bir davranışa sahipti: Birçok sınıf arkadaşı sessiz kalıp göze batmamaya çalışırken, Emily elini kaldırıp “Ben bunu anlamadım” demekten hiç çekinmezdi. Öğretmen kavramı tekrar açıkladığında da başını sallayarak anlamadığını belli eder ve bazen öğretmen konuya devam etmek istese de “Bunu yine de anlamadım. Tek anlamayan ben miyim?” demekten çekinmezdi. Kısacası Emily tam anlamıyla bir açıklık ister, korkusuzca bunu da belli ederdi. Onun sayesinde Adrian ve tüm sınıf çok daha fazlasını öğrenebilmişlerdi.
Şimdi bu öyküyü iş dünyasına uyarladığımızı düşünelim. Tahmin edebileceğiniz üzere, Emily gibi insanlar (aykırı takım üyeleri) çoğu kez büyük bir bedel öder. Aykırı takım üyeleri, kimsenin istemeyeceği şeyi söylemeye isteklidir ve bu da insanların kaygı düzeyini arttırabilecekleri anlamına gelir, özellikle de liderlerinin.
Biz de çalıştığımız gerçekten harika ekiplerin çoğunun bağımsız bir düşünür olarak tanımlayabileceğimiz en az bir üyesi olduğunu tespit ettik. Belirlediğimiz bir başka nokta da bu tip kişilerin, görüşlerini paylaşmak için çok fazla cesaretlendirilmeye ihtiyaçları olmadığı...
Harvard profesörlerinden (ve takım çalışması konusunda zamanının önde gelen düşünürlerinden biri olan) Richard Hackman “Her takımın, takımı zorlayarak öğrenmesine yardımcı olacak ve homojenliğe meydan okuyacak birilerine ihtiyacı vardır. Bu kişiler bir an durup “Bir dakika, neden bunu yapıyoruz? Bir de tersten baksak?” derler.” diyor.
Ancak birçok işyerinde, yöneticiler bu bağımsız düşünürlerin, bu aykırı düşüncelerini kendilerine saklamalarını söylüyorlar. Oysa ki büyük liderler bu zıtlığı bir kaldıraç olarak kullanırlar. Hackman'a kulak verelim: “Araştırmamızda, orijinal bir şey üreten takımlar ile yalnızca ortalama olan ve hiçbir şeyin gerçekten parlamadığı takımları kıyasladık. Aykırı üyeleri olan takımların, bunlara sahip olmayanlara kıyasla çok daha iyi performans gösterdiğini gözlemledik. Çoğu durumda aykırı düşünme becerisi, büyük bir inovasyon kaynağıdır.”
Dolayısıyla, liderlerin, çalışanları bazı şeyleri sorgulamaktan vazgeçirme dürtüsü ile mücadele etmesi önemlidir. Hackman diyor ki: “Tekne su almaya başladığında, birilerinin ayağa kalkıp, “Durmalı ve belki de yönümüzü değiştirmeliyiz” deme cesaretini göstermesi gerekir. Birçok takımda, kimse bunu duymak istemeyecektir. Açıkçası pek çok takım lideri bu bağımsız düşünürleri zor soruları sormaktan alıkoymakta hatta onları takımdan uzaklaştırmaktadırlar. Oysa Harvard profesörünün araştırması gösteriyor ki, bir takım, aykırı üyelerini kaybettiğinde o takım vasatlaşıyor.
Çalıştığımız bazı gruplarda bu bağımsız düşünürlerden söz ettiğimizde genellikle birkaç kişi çıkıp çok doğru bir noktaya parmak bastığımızı belirtir. Onlara ilk sorduğumuz ise, bu kişilerinbağımsız düşünürler mi yoksa şeytanın avukatı mı olduklarıdır. Çünkü bu ikisi çok farklı şeylerdir. Bir CEO demişti ki: Şeytanın avukatları aslında “ucuz entellektüellerdir.” Yeni fikirlerden kendi lehlerine puan toplamak için küçük numaralar yaparlar. Gerçek bağımsız düşünürler sadece olumsuzluk aşkı ile hareket etmez; onlar başka bir açıdan olaylara bakar, özellikle de müşterileri açısından değerlendirirler ve daha da önemlisi yeni ve çılgın fikirleri sunarlar. Oysa şeytanın avukatları sadece olumsuz taraftan bakma eğilimi gösterir.
Uluslararası bir tasarım ve danışmanlık firması olan IDEO’nun Genel Müdürü Tom Kelly, bağımsız düşünebilenlerin, kişilerin içindeki iyiyi açığa çıkararak inovasyonu ileriye taşıdıklarını belirtiyor. Onlar takımların “antropologları” olabilir: İnsan doğasını, özellikle de son kullanıcıları gözlemleyerek takıma yeni bakış açıları getirebilirler; yeni fikirlerin peşinden koşan “deneyimciler” ya da diğer takımları veya endüstrileri araştırıp bal arısı misali oradan öğrendiklerini toplayarak takımın ihtiyaçlarına göre uyarlayan kişilerdir.
Siz ne düşünüyorsunuz? Siz de bağımsız bir düşünür olup aynı zamanda iyi bir takım oyuncusu da olabilir misiniz?